23 Ekim 2017 Pazartesi

PostVizyon #3


Scott Cooper'ın yazıp yönettiği, 2 Oscarlı film Crazy Heart bugünkü baş köşemizde. Jeff Bridges'in ders niteliğinde oyunculuğu eşliğinde (zaten en iyi erkek oyuncu dalında Oscar aldı o sene) izlemesi keyif veren bir film olmuş. Biterken yüzünüzde buruk bir gülümseme bırakan, seyirciye vermek istediği duyguyu vermekte başarılı bir film.

Ünlü olduğu zamanları arkasında bırakmış yaşlı bir country müzik sanatçısı Bad Blake (Jeff Bridges), para kazanmak için kasaba kasaba dolaşarak sahnelere çıkmaktadır. Geçmişinde başarısız evlilikler bırakmış Blake'in alkol sorunu da vardır. Hayat onun için günü geçirmek için içmekten ibaret olmuştur ama çalışmak için uğradığı kasabadaki bir gazeteci olan Jean Craddock (Maggie Gyllenhaal) hayatını değiştirecektir. Sancılı bir süreç geçiren Blake, benliği ile kavgaya tutuşacaktır. Eski ilişkilerini, daha önce birlikte çalıştığı Tommy Sweet (Colin Farrell) ile olan iletişimini, çalışma ve kişisel hayatını gözden geçirmek zorunda kalacaktır.

Arka plan olarak sıklıkla doğayı kullanan yönetmen, iç mekan tercihlerini de yerinde yapmış. Ne çok şatafatlı ne de çok köhne mekanlar kullanmış. Her gün uğrayabileceğiniz mekanlarda geçmesi, filmi daha çok benimsemek açısından seyirciye yardımcı oluyor. Country müziğe ya da güzel olan herhangi bir müzik türüne ilginiz varsa film hemen sizi yakalıyor (o sene en iyi özgün müzik dalında da Oscar'ı alması boşuna değil).



Kapanışı "Pick up your crazy heart and give it one more try" diyerek yapalım. İyi dinlemeler.

9 Ekim 2017 Pazartesi

PostVizyon #2



Hell or High Water filminin senaristi Taylor Sheridan'ın yazıp yönettiği, Wyoming'deki Kızılderili yerleşkesinde geçen filmimiz Wind River 2017'nin iddialı filmlerinden. Sheridan'ın senaryoyu yazarken gerçek olaylardan esinlenmesi filme daha da bir etkileyicilik katmış. Her yıl yüz binlerce kadının maruz kaldığı tecavüz ve şiddet vakaları, senaryoyu yazarken motivasyon kaynağı olmuş.

Filmin baş rollerini ,tıpkı Marvel Cinematik Universe'de olduğu gibi, Jeremy Renner ve Elizabeth Olsen paylaşıyor. Yardımcı rollerde Graham Greene'nin performansı hariç akılda kalıcı bir performans yoktu. Bir tek, sinema dünyasının yeni göz bebeklerinden Jon Bernthal'in kısa ama etkileyici bir sahnesi vardı.

Suç ve dram filmi olan Wind River etkileyici görselliği, Renner-Olsen ikilisinin uyumlu ve gayet başarılı oyunculuğu, çok gizem barındırmasa da akıcı senaryosu ile izlenebilir bir film. Wyoming'in soğuk ikliminde geçen film, izlerken insanda sıcak bir şeyler içme hissiyatı uyandırıyor. Yönetmenimiz de bu doğal beyaz güzelliği, hiç esirgememiş biz izleyenlerden.
 O şartlarda yaşamaya alışmış kasabalının yanına dışardan gelen Jane Banner (Elizabeth Olsen), tam olarak seyircinin tepkisini veriyor Wyoming'in iklimine.

Kendinizi çok yormadan, sıcacık yorganın altına çekilip izlemeye elverişli bir film Wind River, bu soğuk günlerde iyi gider. İyi seyirler.

7 Ekim 2017 Cumartesi

PostVizyon


Only Lovers Left AliveJim Jarmusch'un elinden çıkan 2013 yapımı bir yapıt. Belki baş yapıt diyemeyiz ama zekice düşünülmüş diyaloglar, dikkat edilmiş ince detaylar, harika bir müzik ziyafeti, nefis çekim açıları ve duraksamayan bir senaryosu ile vampir temasına farklı bir yerden yaklaşmış.

Çekimleri 3 ülkede (ABD, Almanya, Fas) gerçekleşen filmin baş rollerini Tilda Swinton ve Tom Hiddleston paylaşmış. Karakterlerini özümsemelerinin yanı sıra birbirleriyle olan uyumları da göz kamaştıran bu ikili, filmi izlemek için başlı başına bir sebep. Kaldı ki John Hurt, Anton Yelchin ve Mia Wasikowska gibi yan karakterlerin iyi performansı, lezzetli ana yemeğin arkasından yenilen güzel bir tatlı tadı bırakıyor damağımızda.

Filmin müziklerini, Jim Jarmusch'un da üyesi olduğu SQÜRL grubu üstlenmiş ve harika bir iş çıkarmışlar ortaya. Şurada bütün filmin soundtrackleri mevcut, güzel bir arka plan sesi olarak her zaman dinlenilebiliyor. Ayrıca doğu-batı kültürü arasında gidip gelen sahneleri izleyicide sıcak duygular uyandırıyor.

Konusuna kısaca bakacak olursak, Fas'ta bulunan vampir Eve (Tilda Swinton), depresif ve tam bir müzik aşığı olan sevgilisi Adam'ın (Tom Hiddleston, o da bir vampir) yanına gitmeye karar verir. Yüzlerce yıllık sevgili olan bu çiftin tekrar kavuşmasından sonra gelişen olayları konu alıyor filmimiz.

Vampir konusunu temeline oturtmuş filmleri seviyorsanız, içi boş fantastik-dram filmlerden sıkılmışsanız ve kendinize ayıracak iki saatiniz varsa bu filmi izlemeniz size çok şey katacaktır.

Kapanışı filmin müziklerine katkısı olan ve aynı zamanda filmde de sahnesi bulunan Yasmine Hamdan'ın Hal şarkısı ile yapalım. İyi dinlemeler.


6 Mart 2015 Cuma

Kaçırılmaması Gereken Diziler #2



Teknoloji, aydınlanma çağını yaşarken hayatının gittikçe karardığını fark etmeyen çok insan var. Hayır, bunu sadece mecazi anlamda söylemiyorum, odalarımızın ışıkları kapalı karanlık içinde oturarak sadece ekrandan gelen ışıkla yetinmeyi, saatlerce ekrana baktıktan sonra gözlerimizin hayata adapte olamamasını, her yanımızın siyah ekranlarda dolu olmasını kast ediyorum. Çılgınlık haline gelen tüketiciliğin aslında satılan malları değil, insanı tükettiğinden bahsediyorum. Buna rağmen hemen her bilinçlendirme bildirgesinde söylendiği gibi "Bizi birbirimizden koparıyor." ya da "Online olarak hep iletişime açığız ama gerçek hayatta selam vermekten bile kaçınıyoruz." klişelerini tekrar etmeyeceğim burada. Daha etkili ve güzel bir biçimde yapılmışı var onu tavsiye edeceğim size.



Black Mirror yani siyah ayna, İMDB puanı an itibariyle 8.8 olan bir İngiliz dizisi. Yayınlandıktan kısa bir süre sonra tüm dünyada dikkatleri üzerine çeken dizinin şu ana kadar üçer bölümden iki sezonu izleyiciyle buluştu, ayrıca mükemmel bir yılbaşı bonus bölümü var. Her bölüm farklı yazarlar tarafından yazıldı, bölümleri farklı oyuncular oynadı ve farklı yönetmenler çekti. Konu olarak birbirinin devamı şeklinde olmasa da ortak bir fikir paydaları var bölümlerin, teknolojinin yaşantımızdaki olumsuz etkileri. Hayatımızı kolaylaştırması beklenen teknolojinin kullanıcıları gittikçe köleleştirmesi ve köleleştirdikçe kendisine daha fazla bağımlı hale getirmesi çok güzel vurgulanıyor dizide. İsmini de kapalıyken siyah ve yansımaya neden olan teknolojik cihazların ekranından alıyor. Bölümleri izledikçe kendinizi ufak çaplı sorgulama içinde bulmanızın mümkün olduğu dizilerden, fantastik bir hayal dünyası haricinde benimseyemediğimiz kahramanlar ve gerçekleşme ihtimali çok ender olan bir olay örgüsü yok, aksine yakın gelecekte benzerlerinin gerçekleşmesi mümkün olan senaryolar var karşımızda. Özetle, izlenilmesi hatta izlenip üzerine tartışmalar, paneller yapılması gereken bir dizidir benim gözümde Black Mirror.

Ne denir ki, insanoğlu kadar kendini yok etmeye meyilli başka bir tür yoktur herhalde. Bunu yapmak için milyonlarca farklı yol bulacağımıza da eminim.

3 Eylül 2014 Çarşamba

Kaçırılmaması Gereken Diziler #1


Bu dizi hakkında söyleyecek söz bulamadığım için paldır küldür dalıyorum mevzuya. Öncelikle dizinin adı Bron/Broen (Köprü). CSI maratonlarını bıkmadan saatlerce izleyen, 100 sayfalık edebi eserleri "Bitse de gitsek!" havasında okuyan ama 600 sayfalık polisiye-gerilim kitaplarını 24 saat dolmadan okuyan birisi olarak, Bron/Broen rahatlıkla ilk 5 dizim arasına girer.


Öncelikle dizinin en çok hoşuma giden yanı ABD veya İngiltere kökenli olmaması. Avrupa'nın kuzeyinde, soğuk memlekette geçen hikaye, insanda Hollywood tarzının dışında kalan, alışık olmadığı bir izlenim bırakıyor. Malmö-Kopenhag ve onları bağlayan Öresund Köprüsü etrafında dönen hikaye, bize oradaki yaşam şartlarını çok güzel yansıtıyor. Doğal güzellikleri ve şehrin harikalarını arka plan olarak kullanılması diziye artı puan kattı benim gözümde. İnsanların hayata bakış açısı adeta tokat etkisi yapıyor, o kültüre alışık olmayan bizlere. Soğuk iklim, soğuk insanlar, soğuk ülkeler, soğuk ilişkiler... Dünya bizim gördüklerimizden ibaret değilmiş meğer!



Başrollere baktığımız zaman Martin Rohde karakterini canlandıran Kim Bodnia'yı ve Saga Noren'i oynayan Sofia Helin'i görüyoruz. Bodnia nispeten Hollywood dünyasına daha aşina, kendisini The Stranger Within, İn A Better World gibi filmlerde görmeniz mümkün. Sofia Helin ise herhangi bir Hollywood projesinde yer almadı bugüne kadar. Şahsen kapalı kutu sürprizlerine bayılan birisi olarak Sofia'nın oyunculuğunun benim üzerimde bıraktığı etki, eğlencesine dinlemeye gidilen mahalli sanatçının Pink Floyd gitaristinden az hallice çıkması kadar şaşırtıcıydı. Psikozlu bir dedektifi canlandırmak bir oyuncu olarak kolay olmasa gerek fakat Sofia bu işin altından çok güzel kalkmış. Ayrıca Sofia'nın İsveçli ve Kim'in Danimarkalı olması dizideki rolleriyle uyumlu olmuş.


Gelelim dizilerin can damarına, hikaye ve akıcılık. Hikaye kısmı yazar John Verdon'un Dave Gurney üzerine yazdığı seriler gibi başlıyor. Sıradan gibi gözüken ama fantastik detayları olan bir cinayet ile açılıyor perde. Malmö ve Kopenhag'ı bağlayan Öresund Köprüsü'nde 45 saniyelik bir elektrik kesintisi olur ve köprünün tam ortasında bir ceset bulunur. Yarısının Danimarka yarısının da İsveç'te kalması nedeniyle iki tarafın da polisleri olay yerine gelir. Cesedi kaldırırken ortadan bölünmüş olduğu görülür. İncelemeler sonucunda da köprüyü milimetrik olarak ortaladığı anlaşılır ve olaylar dallanır budaklanır cinayetlerin ardı arkası kesilmez... Hikaye konusunda kesinlikle mükemmelliğe yakın bir çizgi izleyen dizinin eksi yanı Türk dizilerinde olduğu gibi fazla yan karakter olması ve dolayısıyla ana hikayeden ayrı fazla zaman geçmesi gösterilebilir. Fakat yan karakterlerin fazla olmasını avantaja çevirmesini bilmiş senaristler, ABD dizilerindeki gibi tüm akışı değiştiren bir yan karakter aniden ortaya çıkmıyor, kendi hikayeleri çok ustaca ana hikayeye entegre ediliyor. Senaristlerin başı sıkışınca ortaya sıktıkları bir karakter yok ki bu da en güzel yanlarından birisi...


2 sezonu deviren, inanılmaz büyük bir başarı yakalayan dizinin elbette ABD kökenli versiyonu çıktı ama orijinalinden ayrılmamanızı tavsiye ederim. Polisiye gerilim hayranlarının severek izleyeceği bir dizi ki an itibari ile 8,6 olan İMDB puanı da bunu gösteriyor. Özetle Bron/Broen kaçırmamanız gereken bir yapım, tavsiye ederim...

Ayrıca intro şarkısı:  Choir of Young Believers - Hollow Talk

12 Haziran 2014 Perşembe

Everytime I See Your Face



Yanlış kurulmuş bir cümleyim
Yanında olmak isterim
Olmaz dersen, normal
Olur dersen gelirim
İmlayı grameri
Yola çıkınca hallederim

- Ali Lidar-

Oi Va Voi ... İngilizlerin deyimiyle "Oh My God!" anlamına gelen Yidiş (Musevi) kökenli bir ünlem. Ama günümüzde sadece bir ünlem değil çok daha fazlası. 90'ların sonunda İngiltere'de Musevi kökenli müzisyenler tarafından kurulan renkli bir müzik grubu. Aşkenaz ve Sefarad Yahudi müziklerinden esintilerinin yanında Doğu Avrupa ve İspanyol Yahudilerinin kültürlerini de barındıyor müzikleri. Caz havasında eserler veren grup, onlara katılıp renk veren konuklara kapılarını her zaman açık tutuyor. Blogumun introsunu (Everytime i see your face) içinde barındıran şarkıları çok eğlenceli, aslında genel olarak bütün şarkıları farklı ve eğlenceli bir havada geçiyor. İstanbul'un müdavimi olduğu söyleniyor internet ortamında. Kesinlikle takip edilesi ve imkan varsa İstanbul'da canlı dinlemesi gereken bir grup. Takdim ederim efendim, karşınızda Oi Va Voi, iyi dinlemeler...

30 Nisan 2014 Çarşamba

Agressive Cover

Heart Shaped World, Chris İsaak'ın 3. albümü, belki de yıllar boyunca hatırlanmasını sağlayacak bir albümdü. 1989 yılında yayınlanan albümdeki bir şarkı, sakin ritmleri, vurucu sözleriyle dikkat çekiyordu. Wicked Game, yıllar sonra bile tekrar tekrar yorumlanacak, Friends dizisinde en unutulmaz sahnenin arka planında çalınacak, Nicolas Cage'nin henüz 26 yaşında rol aldığı Wild At Heart filminin müziği olacaktı. Çok değil 8 yıl sonra başka bir grubun ve özellikle solistinin önünü açacaktı bu şarkı.




8 yıl sonra ... Sene 1997, 20 yaşında olan Ville Valo'nun solistliğini yaptığı grup HIM, kuruluşundan 6 yıl sonra yayınlanacak ilk uzun stüdyo albümü heyecanını yaşıyordu. 6 yıl boyunca ünlü grupların parçalarını yorumlamışlardı, henüz kendilerine ait bir albüm yayınlanmamıştı. Greatest Love Songs vol.666 adlı albümde Valo, Wild at Heart filminin müziklerini barındıran plaktan dinlediği o şarkıyı yeniden yorumlayacaktı. Fakat diğer yorumların aksine bu yorum biraz daha agresifti, gitar ve bateri ritmleri daha dolgundu. Yıllar önce kütüphaneden ödünç aldığı bir plakta dinlemiş, plaktan teybe kaydetmişti bu şarkıyı. Daha sonra grubun gitaristi Linde ile birlikte şarkıyı bu kötü kayıttan (o kadar kötü ki şarkının gitar çalınan kısımları duyulmamış) dinleyip yorumlamışlardı. İşte farklı zamanda, farklı coğrafyada, farklı yaşam ve müzik tarzında 2 unutulmayacak şarkıcıyı göz önüne çıkaran ve bizlerle tanışmasına vesile olan muhteşem parça ...

Chris İsaak - Wicked Game

HIM - Wicked Game

Vee bonus... Slipknot'tan tanıdığımız Corey Taylor'un bir başka grubu olan Stone Sour ile yaptığı cover.

Stone Sour - Wicked Game