3 Eylül 2014 Çarşamba

Kaçırılmaması Gereken Diziler #1


Bu dizi hakkında söyleyecek söz bulamadığım için paldır küldür dalıyorum mevzuya. Öncelikle dizinin adı Bron/Broen (Köprü). CSI maratonlarını bıkmadan saatlerce izleyen, 100 sayfalık edebi eserleri "Bitse de gitsek!" havasında okuyan ama 600 sayfalık polisiye-gerilim kitaplarını 24 saat dolmadan okuyan birisi olarak, Bron/Broen rahatlıkla ilk 5 dizim arasına girer.


Öncelikle dizinin en çok hoşuma giden yanı ABD veya İngiltere kökenli olmaması. Avrupa'nın kuzeyinde, soğuk memlekette geçen hikaye, insanda Hollywood tarzının dışında kalan, alışık olmadığı bir izlenim bırakıyor. Malmö-Kopenhag ve onları bağlayan Öresund Köprüsü etrafında dönen hikaye, bize oradaki yaşam şartlarını çok güzel yansıtıyor. Doğal güzellikleri ve şehrin harikalarını arka plan olarak kullanılması diziye artı puan kattı benim gözümde. İnsanların hayata bakış açısı adeta tokat etkisi yapıyor, o kültüre alışık olmayan bizlere. Soğuk iklim, soğuk insanlar, soğuk ülkeler, soğuk ilişkiler... Dünya bizim gördüklerimizden ibaret değilmiş meğer!



Başrollere baktığımız zaman Martin Rohde karakterini canlandıran Kim Bodnia'yı ve Saga Noren'i oynayan Sofia Helin'i görüyoruz. Bodnia nispeten Hollywood dünyasına daha aşina, kendisini The Stranger Within, İn A Better World gibi filmlerde görmeniz mümkün. Sofia Helin ise herhangi bir Hollywood projesinde yer almadı bugüne kadar. Şahsen kapalı kutu sürprizlerine bayılan birisi olarak Sofia'nın oyunculuğunun benim üzerimde bıraktığı etki, eğlencesine dinlemeye gidilen mahalli sanatçının Pink Floyd gitaristinden az hallice çıkması kadar şaşırtıcıydı. Psikozlu bir dedektifi canlandırmak bir oyuncu olarak kolay olmasa gerek fakat Sofia bu işin altından çok güzel kalkmış. Ayrıca Sofia'nın İsveçli ve Kim'in Danimarkalı olması dizideki rolleriyle uyumlu olmuş.


Gelelim dizilerin can damarına, hikaye ve akıcılık. Hikaye kısmı yazar John Verdon'un Dave Gurney üzerine yazdığı seriler gibi başlıyor. Sıradan gibi gözüken ama fantastik detayları olan bir cinayet ile açılıyor perde. Malmö ve Kopenhag'ı bağlayan Öresund Köprüsü'nde 45 saniyelik bir elektrik kesintisi olur ve köprünün tam ortasında bir ceset bulunur. Yarısının Danimarka yarısının da İsveç'te kalması nedeniyle iki tarafın da polisleri olay yerine gelir. Cesedi kaldırırken ortadan bölünmüş olduğu görülür. İncelemeler sonucunda da köprüyü milimetrik olarak ortaladığı anlaşılır ve olaylar dallanır budaklanır cinayetlerin ardı arkası kesilmez... Hikaye konusunda kesinlikle mükemmelliğe yakın bir çizgi izleyen dizinin eksi yanı Türk dizilerinde olduğu gibi fazla yan karakter olması ve dolayısıyla ana hikayeden ayrı fazla zaman geçmesi gösterilebilir. Fakat yan karakterlerin fazla olmasını avantaja çevirmesini bilmiş senaristler, ABD dizilerindeki gibi tüm akışı değiştiren bir yan karakter aniden ortaya çıkmıyor, kendi hikayeleri çok ustaca ana hikayeye entegre ediliyor. Senaristlerin başı sıkışınca ortaya sıktıkları bir karakter yok ki bu da en güzel yanlarından birisi...


2 sezonu deviren, inanılmaz büyük bir başarı yakalayan dizinin elbette ABD kökenli versiyonu çıktı ama orijinalinden ayrılmamanızı tavsiye ederim. Polisiye gerilim hayranlarının severek izleyeceği bir dizi ki an itibari ile 8,6 olan İMDB puanı da bunu gösteriyor. Özetle Bron/Broen kaçırmamanız gereken bir yapım, tavsiye ederim...

Ayrıca intro şarkısı:  Choir of Young Believers - Hollow Talk

12 Haziran 2014 Perşembe

Everytime I See Your Face



Yanlış kurulmuş bir cümleyim
Yanında olmak isterim
Olmaz dersen, normal
Olur dersen gelirim
İmlayı grameri
Yola çıkınca hallederim

- Ali Lidar-

Oi Va Voi ... İngilizlerin deyimiyle "Oh My God!" anlamına gelen Yidiş (Musevi) kökenli bir ünlem. Ama günümüzde sadece bir ünlem değil çok daha fazlası. 90'ların sonunda İngiltere'de Musevi kökenli müzisyenler tarafından kurulan renkli bir müzik grubu. Aşkenaz ve Sefarad Yahudi müziklerinden esintilerinin yanında Doğu Avrupa ve İspanyol Yahudilerinin kültürlerini de barındıyor müzikleri. Caz havasında eserler veren grup, onlara katılıp renk veren konuklara kapılarını her zaman açık tutuyor. Blogumun introsunu (Everytime i see your face) içinde barındıran şarkıları çok eğlenceli, aslında genel olarak bütün şarkıları farklı ve eğlenceli bir havada geçiyor. İstanbul'un müdavimi olduğu söyleniyor internet ortamında. Kesinlikle takip edilesi ve imkan varsa İstanbul'da canlı dinlemesi gereken bir grup. Takdim ederim efendim, karşınızda Oi Va Voi, iyi dinlemeler...

30 Nisan 2014 Çarşamba

Agressive Cover

Heart Shaped World, Chris İsaak'ın 3. albümü, belki de yıllar boyunca hatırlanmasını sağlayacak bir albümdü. 1989 yılında yayınlanan albümdeki bir şarkı, sakin ritmleri, vurucu sözleriyle dikkat çekiyordu. Wicked Game, yıllar sonra bile tekrar tekrar yorumlanacak, Friends dizisinde en unutulmaz sahnenin arka planında çalınacak, Nicolas Cage'nin henüz 26 yaşında rol aldığı Wild At Heart filminin müziği olacaktı. Çok değil 8 yıl sonra başka bir grubun ve özellikle solistinin önünü açacaktı bu şarkı.




8 yıl sonra ... Sene 1997, 20 yaşında olan Ville Valo'nun solistliğini yaptığı grup HIM, kuruluşundan 6 yıl sonra yayınlanacak ilk uzun stüdyo albümü heyecanını yaşıyordu. 6 yıl boyunca ünlü grupların parçalarını yorumlamışlardı, henüz kendilerine ait bir albüm yayınlanmamıştı. Greatest Love Songs vol.666 adlı albümde Valo, Wild at Heart filminin müziklerini barındıran plaktan dinlediği o şarkıyı yeniden yorumlayacaktı. Fakat diğer yorumların aksine bu yorum biraz daha agresifti, gitar ve bateri ritmleri daha dolgundu. Yıllar önce kütüphaneden ödünç aldığı bir plakta dinlemiş, plaktan teybe kaydetmişti bu şarkıyı. Daha sonra grubun gitaristi Linde ile birlikte şarkıyı bu kötü kayıttan (o kadar kötü ki şarkının gitar çalınan kısımları duyulmamış) dinleyip yorumlamışlardı. İşte farklı zamanda, farklı coğrafyada, farklı yaşam ve müzik tarzında 2 unutulmayacak şarkıcıyı göz önüne çıkaran ve bizlerle tanışmasına vesile olan muhteşem parça ...

Chris İsaak - Wicked Game

HIM - Wicked Game

Vee bonus... Slipknot'tan tanıdığımız Corey Taylor'un bir başka grubu olan Stone Sour ile yaptığı cover.

Stone Sour - Wicked Game


13 Nisan 2014 Pazar

Mein Kleines Herz



Bir dizi/film izlerken en etkileyici olanlardan birisi de kuşkusuz görüntü kalitesi kadar arka plandaki seslerdir. Sürekli olarak kısık bir şekilde verilen arka plan müziği varsa hele bir de şarkıyı aktör/aktris seslendiriyorsa tadından yenmez. Benim karşılaştığım en mükemmel örneklerden birisi Spartacus dizisinde dramatik bir olay olduğunda arka planda çalan, ilk olarak Spartacus'un eşinden ayrılması sırasında arkada çaldığı için aklımızda Sura Theme olarak kalan, doğu ezgilerini barından müziktir.

Spartacus - Sura Theme

Aynı dizide kardeş gibi olan 2 karakterin arasının bir kadın yüzünden bozulması sırasında çalan, hem üzüntü hem de gerilim hissini yansıtan başka bir enstrümental müzik.

Spartacus - I've Done A Terrible Thing

Karakterlerin söylediği şarkı olarak ise Hobbit filminde cücelerin söylediği, sözleriyle ve ağırlığıyla insanı sakinleştiren bir şarkı. Aktörlerin söylemiş olması ayrı bir güzellik katıyor tabii ki de.

Hobbit- Far Over The Misty Mountains Cold

Bu tarzda bir başka etkileyici olan şarkı ise Alman yapımı ve oyuncularının tamamının Alman olduğu bir mini dizi olan Unsere Mütter, Unsere Väter (Bizim annemin, bizim babamız)' den geliyor. Ünlü olmak yolunda ilerleyen Greta karakterini canlandıran Katharina Schüttler'in seslendirdiği ve "Kaba dil yea Almanca, değil şarkı söylemek, konuşmak bile yakışmıyor!" diyenleri kıskandıracak güzellikte bir şarkı.

Unsere Mütter, Unsere Väter - Mein Kleines Herz (Benim küçük kalbim)